Çoklu kişilik bozukluğu sonradan olur mu ?

Simge

New member
Çoklu Kişilik Bozukluğu Sonradan Ortaya Çıkar mı? Farklı Bakış Açılarıyla Derin Bir Tartışma

Merhaba dostlar,

Uzun zamandır psikolojiyle ilgilenen biri olarak bugün aklımı epey kurcalayan bir konuyu açmak istedim: çoklu kişilik bozukluğu (ya da klinik adıyla “Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu”) sonradan mı ortaya çıkar, yoksa doğuştan mı gelişir? Bu konuda hem bilimsel hem de toplumsal olarak birbirinden farklı yaklaşımlar var. Forumdaki sizlerin de bu konudaki fikirlerini merak ediyorum.

Kimimiz olaylara istatistik ve veri açısından bakmayı severiz; kimimizse insanın yaşadığı travmaların duygusal, toplumsal boyutuna odaklanırız. Bu yazıda her iki tarafın da bakışını dengelemeye çalışacağım. Belki sonunda birlikte “gerçek” cevabı bulamayız ama kesinlikle düşünmeye değer bir tartışma çıkar.

---

Bilimsel Çerçevede: Erkeklerin Daha Veri Odaklı Yaklaşımı

Forumlarda genellikle erkek kullanıcıların yorumlarında şu eğilim göze çarpar:

“Kanıt var mı?”, “Hangi çalışmaya göre?”, “Beyin kimyasıyla ilişkisi ne?”.

Bu yaklaşım, duygudan çok nesnel ölçümlere dayanır. Bu bağlamda, bilimsel araştırmalar çoklu kişilik bozukluğunun (ÇKB) genellikle çocuklukta yaşanan ağır travmalardan kaynaklandığını gösteriyor. Özellikle uzun süreli cinsel, fiziksel ya da duygusal istismar, çocuğun psikolojik olarak “kaçış” mekanizması geliştirmesine neden olabiliyor.

Bu görüşe göre ÇKB doğuştan gelen bir durum değil; çevresel faktörlerin, yani yaşanan olayların sonucu. Beyin travma anında “benlik bütünlüğünü” koruyamadığı için parçalanıyor. Her “alter” (yani farklı kişilik), kişinin kaldıramadığı yükü bir şekilde üstleniyor.

Bilimsel araştırmalarda, özellikle 1990’lardan itibaren yapılan beyin görüntüleme çalışmalarında, farklı kişilik durumları arasında beyin aktivitesinde değişiklikler saptandığı görülüyor. Bu da bozukluğun “uydurma” ya da “rol yapma” olmadığını, gerçekten nörolojik bir temeli bulunduğunu destekliyor.

Ama bazı erkek kullanıcılar (özellikle nöropsikolojiye meraklı olanlar) burada şunu da ekler:

> “Evet ama, kişilik bölünmesinin gerçekliği kadar, bu durumun teşhisinde abartı da var. Medya ve terapi dünyası bunu dramatize ediyor olabilir.”

Yani bir bakıma, “bilimsel ama temkinli” bir bakış söz konusu.

Sizce bu kuşku yersiz mi, yoksa haklı bir sorgulama mı?

---

Duygusal ve Toplumsal Perspektif: Kadınların Gözünden Bir Yorum

Kadın kullanıcıların yorumlarında ise genellikle şu yön baskın olur:

“Bir insan bunu neden yaşar?”, “Toplum bu kişilere nasıl davranıyor?”, “Kadınlarda neden daha çok görülüyor?”

Gerçekten de istatistikler, çoklu kişilik bozukluğunun kadınlarda daha sık teşhis edildiğini gösteriyor. Bunun nedenlerinden biri, kadınların çocukluk travmalarına daha açık olmaları ve bu travmaların çoğunlukla cinsel istismar ya da aile içi şiddet şeklinde yaşanması.

Kadın bakış açısına göre mesele sadece bireysel bir beyin olayı değil; toplumsal bir yara.

Kız çocuklarının bastırılmış duyguları, konuşamamanın getirdiği sessiz çığlıklar, yetişkinlikte “parçalanmış benlik” olarak geri dönebiliyor.

Bu yaklaşımda, ÇKB bir “bozukluk” değil, bir hayatta kalma stratejisi olarak görülüyor.

Bir kadın kullanıcı şöyle diyebilir:

> “Bazen o kadar acı çekiyorsun ki, bir versiyonun o acıyı hissetmiyor diye sevinir hale geliyorsun. Aslında bu bir savunma, bir dayanma biçimi.”

Bu duygusal yaklaşım, erkeklerin bilimsel temkinine kıyasla daha empatik ve insan merkezli. Ancak bazı eleştiriler de geliyor:

“Bu kadar duygusal yaklaşmak, bilimsel tarafı ihmal etmiyor mu?”

Peki sizce, travmayı anlamak için illa beyin taraması mı gerekir, yoksa kalbi anlamak da yeterli midir?

---

Kültürel ve Medyatik Etkiler: Bozukluk mu, Mit mi?

Bir diğer tartışma noktası, medyanın bu bozukluğu nasıl yansıttığı.

Filmler, diziler, romanlar — örneğin Fight Club, Split, Sibyl — genellikle ÇKB’yi gizemli, hatta “tehlikeli” bir olgu olarak gösteriyor. Bu da toplumda yanlış bir algı oluşturuyor:

“Çoklu kişilik bozukluğu olanlar delidir” ya da “onlar farklı kişilikleriyle tehlike oluşturur.”

Bu önyargı özellikle kadınların sosyal hayatını zorlaştırıyor.

Travma yaşamış bir kadının davranışları “abartılı”, “dengesiz” olarak etiketleniyor.

Erkekler açısından ise “kontrolünü kaybetme korkusu” daha ön planda:

Yani toplum erkekleri rasyonelliğe, kadınları ise duygusallığa zorladığı için, her iki cinsiyet de ÇKB’yi kendi korkularının aynasında görüyor.

---

Sonradan mı Olur, Hep mi Vardır?

Gelelim asıl soruya:

Çoklu kişilik bozukluğu sonradan mı olur?

Erkeklerin bilimsel kanıt temelli yaklaşımı diyor ki:

> “Evet, sonradan olur. Özellikle erken yaşta maruz kalınan travmalarla tetiklenir.”

Kadınların toplumsal ve duygusal bakışı ise şöyle yanıt verir:

> “O kimlikler hep oradaydı, sadece görünür hale geldiler. Travma onları yüzeye çıkardı.”

Yani bir taraf “oluştu” derken, diğer taraf “uyandı” diyor.

İkisi de haklı olabilir, çünkü kişilik dediğimiz şey sabit bir taş değil; yaşanmışlıkla şekillenen bir nehir gibi.

---

Tartışmayı Derinleştirelim: Sizce?

Siz ne düşünüyorsunuz forumdaşlar?

- Sizce çoklu kişilik bozukluğu gerçekten “sonradan gelişen bir savunma mekanizması” mı?

- Yoksa insanın doğasında gizli, sadece doğru (ya da yanlış) koşullarda ortaya çıkan bir yön mü var?

- Travma yaşamak her zaman kişiliği böler mi, yoksa bazı insanlar neden daha dayanıklı oluyor?

- Erkeklerin veri odaklı tavrı mı, kadınların duygusal duyarlılığı mı gerçeğe daha yakın?

Belki de her iki yaklaşımın birleştiği yer, “insanı anlamak”tır.

Veriler bize nasıl olduğunu anlatır; duygular ise neden olduğunu.

---

Son Söz

Çoklu kişilik bozukluğu üzerine düşünürken belki de unutmamamız gereken şey şu:

Bu sadece bir psikolojik durum değil, insan olmanın sınırlarını gösteren bir deneyim.

Kimimiz rakamlara bakarak, kimimiz kalbimize dokunarak anlamaya çalışıyoruz.

Ama sonunda hepimiz aynı şeyi merak ediyoruz:

Bir insanın zihni kaç farklı parçaya ayrılabilir — ve o parçalar birleştiğinde gerçekten “ben” kimim?

Sizce?